A proposal: can i stay in your house?
Yükleniyor...
Tarih
2022
Yazarlar
Dergi Başlığı
Dergi ISSN
Cilt Başlığı
Yayıncı
İstanbul Bilgi Üniversitesi
Erişim Hakkı
info:eu-repo/semantics/openAccess
Özet
ABSTRACT: I was at the age of fifteen when I first moved away from home and I was exactly five thousand miles away. In order to understand the meaning of being at home and the condition of coexistence, this study, is an attempt that look for the prospect of a return to write autobiography, and ask whether or if this possibility —the possibility of mediation in my distorted memory, or, perhaps more importantly, the specific disjunctions between the mediation of what I remember and what I don't remember in terms of lived experience— can ever be justified by rational frameworks. Considering such an argument as an issue, I based my investigations on certain nouns and idioms found in everyday life, such as affiliations, gatherings, engagements, differences, postponements, negotiations/recognitions, invitations, hospitality: coming side-by-side at the age of diaspora. It is important to note that the study treats theoretical debate as a reason rather than an objective representation of the truth, as Jacques Derrida also puts it: "Theoretician is not a demigod telling the magnificent truth." The theory only seeks to transcend the limits and boundaries of life and texts promised by institutions such as authorships, the academy, and so on. With this expression, the theory also strives to find the “niche” where the idea of writing autobiography can inhabit hands in hands with the boundaries of both life and text to the manifestation of friendship. This entails placing life that's engaged, congruent, side by side with the text. In this manner, to renegotiate all the sources, the methodology varies auto-ethnographic collages with short text in dialogue with an Indian artist “Zarina Hashmi”, biographical interviews with my mother and grandfather, family photographs, and literature review of “postcolonialism” to bring something that could be called a collective narrative. Ultimately, the research suggests that it is the agency, to realize once again that "we" (those who call themselves researchers) are continually engaged with the group behavior and the dialectical relationship in the form of organic connections between abstract principles and ethics. Therefore, it is the agency to perhaps realize once again, that the researcher is not an abstract agent who looks out of the thinking machine by citing reasons such as "they" or "them"; on the contrary, the researcher is nothing more than the ordinary subject who tries to look for the possibilities to “return” to the familiarities in which the relationships between "we" and "us" are embodied together.
ÖZET: İlk kez Ev’den çıktığımda on beş yaşındaydım ve tam olarak beş bin mil uzaktaydım. Bu çalışma, bu nedenle “evde olma” ve “bir arada yaşama” koşulu anlayışını yeniden kuramsallaştırmak için, otobiyografi yazmaya olasılığını arayan bir girişimdir ve bu olasılığın geri dönmek için mücadele eden çarpık belleğe dönüş mu yoksa belki de en önemlisi arasındaki özgül ayrımlar mı— sorusunu sorma girişimidir. Yaşanmış, geride bırakmış olanlar açısından, “hatırladıklarım veya hatırlamadıklarım”, rasyonel çerçeveler tarafından her zaman haksız mı çıkarılır sorusunu sorma girişimdir. Böylece bir tartışmayı bir mesele olarak kabul ederek, araştırmamı, bir aradalıklar, ilişkiler, farklılıklar, ötelemeler, dayanışma/tanışlar, davetler, konukseverlik ve yan yana gelmeler gibi günlük hayatta bulunan bazı isim ve deyimlere dayalıdır. Çalışmanın teorik tartışmayı, gerçeğin nesnel bir temsilinden ziyade bir sebep olarak ele aldığını belirtmek önemlidir; Jacques Derrida'nın da dediği gibi, "Teorisyen muhteşem gerçeği söyleyen bir yarı tanrı değildir." Böylece teori, yazarlık, kitap birliği, akademi vb. kurumlar tarafından vaat edilen yaşamın ve metinlerin sınırlarını aşmaya çalışmaktan başka bir şey yapmaz. Kuram bu ifadeyle aynı zamanda otobiyografiye dönüş fikrinin bu dostluk tezahürüyle hem hayatın hem de metnin sınırlarıyla el ele, yaşayabileceği nişi bulmaya çalışır. Bu, bağlantılı, olumsal bir aradalık olan hayatı metinle yan yana yerleştirmeyi çalışır. Bu şekilde, tüm kaynakları yeniden müzakere etmek için metodoloji değişir ve Hintli bir sanatçı “Zarina Hashmi” ile diyalog içinde kısa “otobiyografi metni” ile otoetnografik kolajları, annem ve büyükbabamla biyografik röportajları, aile fotoğraflarını ve “postkolonyalizm” üzerine literatür taramasını bir kolektif anlatı adlandırılabilecek mühim bir tartışma getirir. Nihayetinde araştırma, "biz"in (kendilerine araştırmacı diyenlerin) grup davranışının arasında olduğumuzu ve soyut ilkeler arasındaki etik ve organik bağlantılar biçimindeki diyalektik ilişkiyle bir arada olduğumuzu bir kez daha fark etmenin, belki de fail olduğunun argümanını öne sürüyor. Bu nedenle, belki de araştırmacının "o" veya "onlar" gibi nedenleri öne sürerek düşünme makinesinden dışarı bakan soyutlanmış bir fail olmadığını; aksine araştırmacı, "biz" ve "bizler" arasındaki ilişkilerin birlikte cisimleştiği aşinalıklara “dönmenin” olanaklarını aramaya çalışan sıradan bir özneden başka bir şey değildir.
ÖZET: İlk kez Ev’den çıktığımda on beş yaşındaydım ve tam olarak beş bin mil uzaktaydım. Bu çalışma, bu nedenle “evde olma” ve “bir arada yaşama” koşulu anlayışını yeniden kuramsallaştırmak için, otobiyografi yazmaya olasılığını arayan bir girişimdir ve bu olasılığın geri dönmek için mücadele eden çarpık belleğe dönüş mu yoksa belki de en önemlisi arasındaki özgül ayrımlar mı— sorusunu sorma girişimidir. Yaşanmış, geride bırakmış olanlar açısından, “hatırladıklarım veya hatırlamadıklarım”, rasyonel çerçeveler tarafından her zaman haksız mı çıkarılır sorusunu sorma girişimdir. Böylece bir tartışmayı bir mesele olarak kabul ederek, araştırmamı, bir aradalıklar, ilişkiler, farklılıklar, ötelemeler, dayanışma/tanışlar, davetler, konukseverlik ve yan yana gelmeler gibi günlük hayatta bulunan bazı isim ve deyimlere dayalıdır. Çalışmanın teorik tartışmayı, gerçeğin nesnel bir temsilinden ziyade bir sebep olarak ele aldığını belirtmek önemlidir; Jacques Derrida'nın da dediği gibi, "Teorisyen muhteşem gerçeği söyleyen bir yarı tanrı değildir." Böylece teori, yazarlık, kitap birliği, akademi vb. kurumlar tarafından vaat edilen yaşamın ve metinlerin sınırlarını aşmaya çalışmaktan başka bir şey yapmaz. Kuram bu ifadeyle aynı zamanda otobiyografiye dönüş fikrinin bu dostluk tezahürüyle hem hayatın hem de metnin sınırlarıyla el ele, yaşayabileceği nişi bulmaya çalışır. Bu, bağlantılı, olumsal bir aradalık olan hayatı metinle yan yana yerleştirmeyi çalışır. Bu şekilde, tüm kaynakları yeniden müzakere etmek için metodoloji değişir ve Hintli bir sanatçı “Zarina Hashmi” ile diyalog içinde kısa “otobiyografi metni” ile otoetnografik kolajları, annem ve büyükbabamla biyografik röportajları, aile fotoğraflarını ve “postkolonyalizm” üzerine literatür taramasını bir kolektif anlatı adlandırılabilecek mühim bir tartışma getirir. Nihayetinde araştırma, "biz"in (kendilerine araştırmacı diyenlerin) grup davranışının arasında olduğumuzu ve soyut ilkeler arasındaki etik ve organik bağlantılar biçimindeki diyalektik ilişkiyle bir arada olduğumuzu bir kez daha fark etmenin, belki de fail olduğunun argümanını öne sürüyor. Bu nedenle, belki de araştırmacının "o" veya "onlar" gibi nedenleri öne sürerek düşünme makinesinden dışarı bakan soyutlanmış bir fail olmadığını; aksine araştırmacı, "biz" ve "bizler" arasındaki ilişkilerin birlikte cisimleştiği aşinalıklara “dönmenin” olanaklarını aramaya çalışan sıradan bir özneden başka bir şey değildir.