Yazar "Yumul, Arus" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 13 / 13
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe A Prostitute Lodging in the Bosom of Turkishness: Istanbul's Pera and its Representation(Routledge Journals, Taylor & Francis Ltd, 2009) Yumul, ArusConceptualising the public sphere as a form of sociability in the Sennettian sense, the paper explores the intimate connections between novel and Western forms of sociability and civility in nineteenth-century Pera - the most cosmopolitan and Westernised district of the Ottoman capital. It shows how through a distinct culture of social interaction transcending ethnic and religious lines, and a code and manner of dealing with strangers Pera stood at the juncture between the East and the West and opened up the prospects for the development of `cosmopolitan civility' - a form of social relations between strangers, a coexistence and openness to unassimilated others. The paper argues that by attacking cosmopolitanism Turkish nationalism not only brought an end to this form of civility, but also transformed Pera by constructing it as a symbolic space falling outside the ideals and values of the 'imagined community'.Öğe Çingene’den Hanım Yaratmak(2018) Yumul, ArusAhmet Mithat Efendi, Çingene romanında on dokuzuncu yüzyılda tartışılan özcü ve kültürelevrimci görüşleri Çingeneler bağlamında birbirleriyle diyaloğa sokar. Çingenelerin temsillerininmüphemliği bu diyaloğa da damgasını vurur. Eser, Çingenelerin de insan olmalarından dolayı“ehlileşip” “medenileşebileceklerinin” mümkün olduğunu gösterse de birçok yorumcununbelirttiğinin aksine, öngörülen bir gelecekte tam eşitliği öngörmez. Bu eşitlik ancak Çingeneler“Çingeneliklerinden” arındıklarında mümkün olacaktır.Öğe The Concept of Turkishness and the EU Membership(Sage Publications India Pvt Ltd, 2009) Yumul, ArusThe issues of ethnicity, minorities, cultural rights - all taboos for the Turkish political and social context - emerged as one of the most discussed and hotly-debated concepts during the EU accession negotiations. The representatives of the official ideology resisted any attempts to change the hegemonic understanding of the nation- conceived as a homogeneous entity based on Turkishness. This paper attempts to locate the discussions surrounding the concept of Turkishness and minority rights in the recent years.Öğe DAN PAGİS’İN ŞİİRİNDE BİR İLETİŞİM ARACI OLARAK SESSİZLİK(2018) Yumul, ArusRomanya doğumlu İsrailli şair ve bir Holokost sağ kalanı Dan Pagis’in (1930-1986) en iyi bilinen eseri kısa, yoğun ve çok katmanlı bir Holokost şiiri olan “Mühürlü Bir Tren Vagonunda Kurşun Kalemle Yazılmıştır” şiiridir. Kutsal Kitaba, Havva ile Adem’e, Kabil ile Habil’e gönderme yapan ve evrensel bir mesaj taşıyan bu tamamlanmamış şiir, okuyucularını Havva’nın asılı kalan, ifade edilmemiş mesajını tamamlamaya ve bu mesajı başkalarına iletmeye davet eder. Sessizlik, Pagis’in söylenemez ve tarif edilemez olanı ifade etme yoludur. Bu sessizlik, sözden daha yüksek sesle konuşan, daha derin ve oldukça etkileyici bir sessizliktir. Bu yazı Adorno’nun “Auschwitz’den sonra artık şiir yazılamaz” ifadesi bağlamında Pagis’in şiirini incelemektedir.Öğe Don Kişot'tan Züğürt Ağa'ya Aşkın Yurtsuzluk(Serdar ÖZTÜRK, 2018) Yumul, ArusHem Don Kişot hem de Züğürt Ağa, kendilerine aşina dünyayı kökten değiştirip istikrarsız hale getiren sosyo-ekonomik ve tarihsel süreçler karşısında derin bir yabancılaşma, şaşkınlık ve yönünü şaşırma duygusu yaşayan karakterlerdir. Her ikisi de, ahlaki kesinliklerin ve geçmişin ezeli ve hazır anlamlarının büyük ölçüde ortadan kalktığı yeni bir sistemde şaşkına dönmüş bulurlar kendilerini. Toplumsal konum, şeref, karşılıklı yükümlülükler yerini bireysel çıkar ve paranın aracılık ettiği ilişkilere bırakmıştır. Bu; aşkın yurtsuzlukla tanımlanan parçalanmış bir dünyadır. Hem Don Kişot hem de Züğürt Ağa bir toplumsal düzenden diğerine geçişi simgelerler. İki karakter gerçeklikle farklı şekillerde uzlaşır. Don Kişot tutkuyla savunduğu ve uğruna savaştığı şövalyelik değerlerini reddeder ve ölür. Her şeyini kaybetmiş ve karısı tarafından terkedilmiş Züğürt Ağa ise, hayata seyyar satıcı olarak yeniden başlar.Öğe Öğe Hepimiz Peyami Safa’nın Sözde Kızlar’ından çıktık(İnsan ve İnsan, 2018) Yumul, ArusÖZET: Makale Yeşilçam filmleri olarak da bilinen melodramların genellikle yoksul, köylü ve geleneksel bir kadın ile batılılaşmış, şehirli ve zengin erkek arasındaki aşk hikayeleri bağlamında ele aldığı gelenek ile modernlik, doğu ile batı, alaturka ile alafranga karşıtlığına karşı ikircikli tutumunu inceliyor. İkircikli tutumun doğulu ve batılıyı –doğulu ve geleneksel bir ruha ve batılı ve modern bir bedene sahip- tek bir kişide (toplumda) dengeleme arzusundan kaynaklanmaktadır. Bu filmlerdeki karşıt karakterleri, yaşam tarzlarını, değerler ve ahlakı belirlemede kullanılan anlatı, karakter, sembolizm ve göstergelerin Peyami Safa’nın doğu ile batıyı tin ve madde, ruh ve beden ayrımı üzerinden zıt gruplara bölen romanlarını hatırlatıp, çağrıştırdığını savunuyor. Ayrıca ideal kadını gelenek ile modernlik arasında konumlandıran modernleşme projesinin erkekler için de geçerli olduğunu tartışıyorÖğe Hepimiz Peyami Safa’nın Sözde Kızlar’ından Çıktık(2018) Yumul, ArusMakale Yeşilçam filmleri olarak da bilinen melodramların genellikle yoksul, köylü ve geleneksel bir kadın ile batılılaşmış, şehirli ve zengin erkek arasındaki aşk hikayeleri bağlamındaele aldığı gelenek ile modernlik, doğu ile batı, alaturka ile alafranga karşıtlığına karşı ikirciklitutumunu inceliyor. İkircikli tutumun doğulu ve batılıyı –doğulu ve geleneksel bir ruha ve batılı ve modern bir bedene sahip- tek bir kişide (toplumda) dengeleme arzusundan kaynaklanmaktadır. Bu filmlerdeki karşıt karakterleri, yaşam tarzlarını, değerler ve ahlakı belirlemedekullanılan anlatı, karakter, sembolizm ve göstergelerin Peyami Safa’nın doğu ile batıyı tin vemadde, ruh ve beden ayrımı üzerinden zıt gruplara bölen romanlarını hatırlatıp, çağrıştırdığını savunuyor. Ayrıca ideal kadını gelenek ile modernlik arasında konumlandıran modernleşmeprojesinin erkekler için de geçerli olduğunu tartışıyor.Öğe İSTANBUL'UN ERKEN BALOLARI(Mehmet ÇELİK, 2021) Yumul, ArusAvrupa geleneği ve kültürünün ürünü olan balonun İstanbul’a gelişi öncelikle elçilikler ve bir dereceye kadar da şehirdeki yerleşik yabancılar yoluyla oldu. Baloların altın çağı on dokuzuncu yüzyıl ve özellikle batılılaşmanın ivme kazandığı bu yüzyılın ikinci yarısı olsa da on yedinci yüzyılın sonlarından itibaren Avrupalı elçiler ve temsilciler çeşitli vesilelerle İstanbul’da balolar vermişlerdir. Bu baloların davetlileri şehirdeki Avrupalılar, Frenkler, Rumlar, Ermeniler ve diplomatlar olsa da devlet ricali ve ileri gelen Müslümanlar on sekizinci yüzyıldan itibaren balolara katılırlar. Dolayısıyla, balo etnik sınırların ve bir nebzeye kadar da dini sınırların aşıldığı bir alan olur. On dokuzuncu yüzyılda sultanlar da yabancı elçilik balolarına katılacak, aynı yüzyılda Osmanlının Avrupa’daki elçileri de ihtişamlı balolar vereceklerdir. Batılıların tanıklıklarına göre, başta balonun ortamına uyum sağlamakta zorlanan, özellikle saygın kişilerin dans etmesini ve eşli dansları yadırgayan Müslüman Osmanlılar, zamanla balo salonunun kurallarını öğrenirler, dans da ederler. 1865 yılına gelindiğinde bir gözleme göre “Pera ve Galata’da Paris salonları ile karşılaştırılacak balo ve partiler” verilmektedir. Bu yazı İstanbul’un erken balolarının bir dökümünü ve tasvirini yapmaktadır.Öğe NE YEMELİ? NASIL YEMELİ? NEREDE YEMELİ?: YEŞİLÇAM FİLMLERİNDE SOFRA ADABI(Ege Üniversitesi, 2021) Yumul, ArusBu yazı yeme içmenin biyolojik olduğu kadar toplumsal bir olgu olduğu ve yiyecek içecek maddelerinin, yemek sunma ve yeme biçimlerinin basit seçenekler olmanın ötesinde birer gösterge işlevi gördüğü anlayışından yola çıkarak 1960’lı yıllardan 1980’lere Yeşilçam sinemasının üstlendiği medenileştirme misyonunu yemek ve sofra adabı bağlamında inceliyor. Bu misyonun toplumdaki değişikliklere paralel olarak zaman içinde nasıl değişip dönüştüğünü göstermeyi amaçlıyor. 1980’lere kadar yaşanan onca toplumsal değişim ve dönüşüme rağmen neredeyse birbirini tekrarlayan kalıplarla taşralıya/doğuluya/alt sınıf mensuplarını mucizevi bir hızla kentli/batılı/üst sınıf mensuplarına dönüştüren, gecekondudan köşke, yalıya taşıyıp sınıf ve statü atlatan bu filmlerin sınıf meselesini göz ardı edip farklı yaşam tarzlarının çatışmasına indirgediğini tartışıyor. Bu anlayışı olanaklı ve halk nezdinde inandırıcı kılan yapısal faktörlerin değişmesi ve “nöbetleşe yoksulluğun” “kronik yoksulluğa” dönüşmesi sonucunda sınıf atlama hayal ve gerçeğinin nihayete ermesi ile sinemanın da medenileştirme projesinden vaz geçtiğini ve yerini ıslah edilmesi imkansız bir karakter olarak kurgulanan Recep İvedik filmlerine bıraktığını tespit ediyor. Ve süreçte medeniliğin katı kuralcı tanımının değişip yerini nezaket kavramına bıraktığını tartışıyor.Öğe OSMANLIDA İLK PROTESTAN MİSYONERLER: QUAKERLAR(2023) Yumul, Arusİlk Protestan misyonerlerinin Osmanlı İmparatorluğu’na gelişi on dokuzuncu yüzyıla tarihlense de ilk misyonerlerin geliş tarihi en geç on yedinci yüzyıldır. On yedinci yüzyıl İngiltere’sinin kaotik siyasi ve dini atmosferinde ortaya çıkan ve George Fox tarafından kurulan binyılcı muhalif Hıristiyan hareketlerinden, Dostların Dini Derneği veya Quakerler, İngiliz Protestanlığının ilk geniş çaplı misyonerlik hareketiydi. Dinleri, dilleri ırkları, milliyetleri ne olursa olsun Tanrı’nın her insanda var olduğuna dair “İç Işık” öğretisiyle yola çıkan misyonerler herkesi içindeki ışığa döndürmeyi amaçlıyorlardı. Aynı maksatla Osmanlı topraklarına da gelen misyonerler, Quaker mesajını sadece Müslüman ve Gayrimüslimlere değil aynı zamanda Osmanlı sultanına da ulaştırmaya çalıştılar. Misyonerlik çabalarında herhangi bir başarı kaydedememelerine rağmen Quakerlar genellikle ülkeden görevlerini yerine getirmiş olmanın verdiği huzurla ayrıldılar. Bu makale, Sultan VI. Mehmet’le bizzat görüşüp mesajını iletmeyi başaran Mary Fisher’dan aynı amaçla yola çıkan ancak amaçlarına ulaşamayan Quakerlara, imparatorluğa daha mütevazı amaçlarla gelen misyonerlere kadar birinci nesil Quakerların Osmanlı İmparatorluğu’na yönelik faaliyetlerinin bir dökümünü yapmakta; Quaker misyonerlerinin hem yerli halk ve yetkililer ile ilişkilerini, hem de ülkede faaliyet gösteren İngiliz tüccar, konsolos ve elçilerle yaşadıkları gerilimli, çatışmalı ilişkiyi ele almaktadır.Öğe Yine Bir Salgın, Yeni Bir Salgın(2021) Yumul, ArusDünya tarihi bir anlamda çok sayıda can kayıplarına neden olan salgınların da tarihidir.Aşıların ve diğer bilimsel, tıbbi ve teknolojik müdahale ve inovasyonların sağladığı tümolumlu değişiklik ve ilerlemelere rağmen tarihsel tanıklıklar gösteriyor ki en azından iki binbeş yüz yıldır salgınlar ve ölüm karşısında insanın savunmasızlığı, çaresizliği, hastalık veölümle başa çıkma yolları ve -kişiden kişiye farklılık gösterse de- temel tepkilerideğişmemektedir. Bu makale, tarihteki salgınlardan Atina Salgını (M.Ö. 430), JustiniyanusVeba Salgını (541-542), Kara Ölüm (1347-1351) veya Büyük Veba Salgını ve onunlabağlantılı olduğu düşünülen Büyük Londra Salgını (1665-1666), Fas Veba Salgını (1799) veİspanyol Gribini (1918-1920) ilk elden ve yaşayanların tanıklıklarından yola çıkarak elealıyor. Sonuçta, farklı dönem ve farklı şartlarda yaşanan bu salgınların benzer davranışkalıplarına yol açtığını gösteriyor.Öğe Yine bir salgın, yeni bir salgın(İnsan ve İnsan, 2021) Yumul, ArusÖZET: Dünya tarihi bir anlamda çok sayıda can kayıplarına neden olan salgınların da tarihidir. Aşıların ve diğer bilimsel, tıbbi ve teknolojik müdahale ve inovasyonların sağladığı tüm olumlu değişiklik ve ilerlemelere rağmen tarihsel tanıklıklar gösteriyor ki en azından iki bin beş yüz yıldır salgınlar ve ölüm karşısında insanın savunmasızlığı, çaresizliği, hastalık ve ölümle başa çıkma yolları ve -kişiden kişiye farklılık gösterse de- temel tepkileri değişmemektedir. Bu makale, tarihteki salgınlardan Atina Salgını (M.Ö. 430), Justiniyanus Veba Salgını (541-542), Kara Ölüm (1347-1351) veya Büyük Veba Salgını ve onunla bağlantılı olduğu düşünülen Büyük Londra Salgını (1665-1666), Fas Veba Salgını (1799) ve İspanyol Gribini (1918-1920) ilk elden ve yaşayanların tanıklıklarından yola çıkarak ele alıyor. Sonuçta, farklı dönem ve farklı şartlarda yaşanan bu salgınların benzer davranış kalıplarına yol açtığını gösteriyor.